Cumhuriyet Bilim Teknik-
Y kuşağı süreç odaklıdır. Zaten daha eski kuşaklardan olup
da Taksim’e çıkanlar ya da gelişmeleri medyadan takip edenlerin kafalarını
karıştıran şey de bu. “İyi tamam da sonuçta ne olacak?”. Dijital göçmen
sınıfına giren bu yaşça büyük kuşakların hepsinin aklında bu soru var. Sonuçta
ne olacak? Oysa Gezi Parkı’na gidip bakarsanız, oradaki gençlerin bu soruyu
kafaya takmadıklarını görürsünüz. Onlar anı fiilen yaşarken, dijital göçmenler
meşhur ettikleri “carpe diem” lafını bu tablo ile irtibatlandıramıyor. Bazıları
“tamam eyleminizi yaptınız, mesajınızı verdiniz, artık dağılabilirsiniz” gibi
görünürde sağduyu mesajı veriyor ama bu Y kuşağının dili değil. Y kuşağı zamanı
geldiğinde ne yapacağına karar verir ve bir sonraki adımını atar.
Toplumlar, kültürler deneyimledikleri toplumsal olayların da
etkisiyle kuşaklarına isimler vermektedir. Batı toplumları da son yüzyıl baz
alındığında kuşaklarını şu şekilde adlandırmıştır: Sessiz Kuşak (1922-1945
arası doğumlular), Baby-Boom (Bebek Patlaması) Kuşağı (1946- 1964 arasında
doğanlar), X Kuşağı (1965-1980 arası doğumlular), Y Kuşağı (1981 – 2000
arasında doğanlar), Z Kuşağı (2001 – 2020 arası doğumlular).
Diğerlerinden farklı olarak Y Kuşağı’nın dönemi belli bir
tanımı bünyesinde barındırmaktadır. O da Y Kuşağı üyelerinin “bilgisayar,
internet ve cep telefonu teknolojilerinin içine doğmuş olmaları”dır. Türkiye
için, kopyacılık yapmak yerine, bu tanımı baz alırsak Y kuşağının 1981-2000
arası yerine 1991-2010 arasında doğanlardan oluştuğunu tespit ederiz. Çünkü bu
üç teknolojinin toplumda yaygın olarak kullanılmaya başlaması bu yıllara denk
gelmektedir (bu tespit, 80li yıllarda Türkiye’de bilgisayar yoktu anlamına
gelmez; ancak “yaygın” değildi).
Öte yandan Y kuşağının bu tanımı ile birlikte nesiller
kategorik olarak ikiye ayrılmaktadır. Y kuşağı ve sonrasında gelecek tüm
kuşaklar “dijital yerli” iken Y kuşağından önceki üç kuşak (sessiz, baby-boom,
X) “dijital göçmen” olarak adlandırılmaktadır. Kısaca Türkiye’de nüfus
kağıdındaki doğum tarihi 1991 öncesini gösterenler dijital göçmendir.
“Göçmen”dir çünkü bu üç kuşağın dijital imkanlara karşı doğal tepkisi onları
kullanmamak yönündedir. Onlar dijital imkanları kullanmaya zorlanmakta; dijital
olmayan dünyadan bilgisayar, cep telefonu, internet dünyasına “mahalle
baskısıyla” adeta göç ettirilmektedir. Eğer ATM kullanmayı bilmezlerse emekli
maaşını çekemezler, cep telefonunu kullanmayı bilmezlerse çocuğunun, torunun
sesini duyamazlar vb.
Dijital yerlilerin ilk evresini oluşturan Y Kuşağı,
yukarıdaki tanım itibariyle de kendi zamanının ruhunu değiştirecek, onu yeniden
tanımlayacak potansiyele sahiptir. Her ülkede bu potansiyel farklı şekilde
kendisini gösterdi, gösteriyor. Kapitalizmi özümsemiş ABD’de bu yepyeni
teknolojik buluşlarla ortaya çıkarken, muhalif olma becerileri daha gelişmiş
Avrupa’da ve “özgürlük ve bağımsızlığı, karakteri haline getirmiş” Türkiye’de
bu potansiyel daha ziyade kamu yönetimine ayar çekecek eylemlerle kendini
göstermekte.
Dünya böyle dramatik gelişmeleri ilk defa yaşamıyor. Bundan
önceki son dalga 1968’de yaşanmıştı. Baby-Boom denilen (ülkemizde 68 Kuşağı
olarak bilinen) kuşak, dünya savaşlarından yorgun düşmüş bir dünyanın hantal
yapısını kökten değiştirdi. İş, politika, ekonomi, medya tüm alanlarda bu
etkinin izleri 1968’den sonra giderek artan miktarda hissedildi. 20. yüzyıl
adeta 68 kuşağının zamanı oldu. 2000’li yıllarla birlikte 68 kuşağı için de
emeklilik çağı başladı.
68 Kuşağı kendisinden sonra gelen X Kuşağı’nı, yani kendi
çocuklarını, eğitip, onları kendi çizdikleri vizyonu icra eden takipçiler
haline getirmeyi başardı ancak torunlarına (yani Y kuşağına) söz geçirme
fırsatını kaçırdı. Hatta bu konuda kendi silahı ile vuruldu dense yanlış olmaz.
Çünkü Y kuşağını bu denli eşsiz kılan o üç teknoloji (bilgisayar, internet, cep
telefonu) 68 kuşağı ile X kuşağının ortak çalışmalarının sonucudur.
Farklı eylemler
Akla son yıllardaki Occupy Wall Street, Arap Baharı,
Türkiye’de Cumhuriyet Mitingleri gelebilir. Bunlar gerek 68 olaylarından
gerekse de Gezi Parkı olayından daha farklıdır. Diğer üçünde de dışarıdan bir
ittirmenin, motivasyonun, ajitasyonun emareleri görülürken Gezi Parkı olayları
da tıpkı 68 olayları gibi bütünüyle emprovize bir şekilde, halk tarafından
başlatılmıştır. Ayrıca Gezi Parkı ile Taksim Meydanı iki farklı olgudur. Taksim
Meydanı’ndakiler Gezi Parkı’ndakileri etkileri altına alamamakta,
yanıbaşlarında bildikleri o eski türden eylemlerini yaparak dağılmaktalar. Gezi
bir yerde onlara karşı da direnmekte.
Y kuşağı dünyayı kendi anlayışına, meşrebine göre
dönüştürmek istiyor. Bu süreçte de 68 kuşağına göre önemli bir avantaja sahip.
68 kuşağı dünyayı değiştirmeye kalktığında onların ebeveyni olan kuşak 68
kuşağınA cephe almıştı (“Gelin anneler, babalar ülkenin dört bir yanından / Ve
eleştirmeyin anlayamadığınız şeyleri / Oğullarınız ve kızlarınız artık
kontrolünüzden çıktı / Sizin eski yolunuz hızla yıpranıyor / Lütfen çekilin
yeni yoldan / Eğer uzatamayacaksanız ellerinizi / Çünkü zaman, artık değişiyor”
– Bob Dylan, Times-They’re a changing).
Oysa bugün Y kuşağının ebeveyni konumundaki X kuşağı,
çocuklarının bu eylemlerine destek oluyor; onlara “ellerini uzatabiliyor”.
İkisinin de hasmı ortak; dünün devrimci çocuklarından olup da zamanla “erk”in
uyuşturucu etkisi altında kalmış olan baby-boom kuşağının yönetici kadroları.
Ebeveynlerin desteği çeşitli şekillerde gerçekleşmekte. Bir kısmı çocuğunun
yanında gaz yiyor, onunla omuz omuza mücadele veriyor. Bir kısmı her sabah
kalkıp bir tencere yemek yapıyor ve parka koşturuyor. Farkında olarak ya da
olmayarak, çoğunlukla X kuşağının bu temsilcileri, yıllardır etkisi altında
kalmış oldukları o pasifize edilmiş olma halini çocuklarının bu cesareti
sayesinde üstlerinden atıyor.
Ağ toplumu ve lider yok
Y kuşağının temsil ettiği toplum modeli “ağ toplumudur”. Bu
toplumda herşey ağlardan oluşur. O nedenle sosyal medya, o olmazsa kulaktan
kulağa iletişim ile bir bakıyorsunuz ki belki de hayatında Gezi Parkı’na hiç
gitmemiş doktorlar gelmiş gönüllü olarak tedavi gereksinimi olanlara yardımcı
oluyor; bir başkası evindeki fazla kitapları getirmiş derme çatma kütüphaneye
hediye ediyor, insanlar kendi aralarında para toplayıp ihtiyaç duyulan şeyleri
alıp parka akın ediyor vb.
“Ağ toplumu”nun sosyal medya ile etkileşimi beklenenin
aksine o denli de olmazsa olmaz değildir. Yarın en popüler sosyal medya
imkanları olan Facebook ve Twitter erişime kapatılsa bile ağ toplumu yoluna
devam edecektir. Çünkü ağ toplumu sosyal medya ile birlikte ortaya çıkmış bir
olgu değildir; ondan çok önceden beri var. Dijital imkanlar, en önemlisi de
sosyal medya sadece ağ toplumun işleyişini ivmelendirmekte.
Ağ toplumunda lider yoktur. Ağın kendisi (tamamı) liderdir.
O nedenle kamu yöneticileri günlerdir bu olaylara bir baş, bir lider
arayadursun ağda hem herkes liderdir, hem de kimse lider değildir. Gezi
Parkı’nda bir bakarsınız birisi oturmuş oradaki çocuklara resim yaptırıyor, bir
kaç kişi ellerine birer çöp torbası almış yerleri temizliyor, üç tanesi hediye
getirilmiş olan bir buzdolabını düşe kalka taşıyor. Bunları yapmak için
kimseden bir emir almaları gerekmez. Yapılacak işler vardır, bunlar içinden de
yapmayı arzu edenler o işleri yaparlar.
Y kuşağı birinin başında patronluk, müdürlük, amirlik,
yöneticilik yapması yerine ona mentorluk yapmasını ister. Eşitlikçidir; birisi
ona statüko, yaş, unvan vb. itibariyle liderlik taslamaya kalkarsa bunu
benimsemez. Ancak bilgisine ve pratiğine güvenen Y kuşağına, kendi yolunda
yürümesi için, destek olabilir.
İletişim teknolojileri ana araç
Y kuşağı ile etkileşim kurmak istiyorsanız öncelikle o üç
kritik teknolojiyi ana diliniz gibi bilmeli ve şahsen kullanmalısınız.
Emrinizdeki personele her gün birkaç mesaj attırarak sosyal medyada sözde var
olmakla Y kuşağının gönlünü fethedemezsiniz. Birisi birisine küfür ettiğinde
nasıl ki “konuşma”yı yasaklamak kimsenin aklına gelmiyorsa, böyle bir eylem de
kimsenin aklına “sosyal medya”yı yasaklamayı getirmemelidir. Aklına bunu
getiren gerçek yüzünü de göstermiş olur ki bu durumda sosyal medyada ne kadar
var olsa da bu Y kuşağına samimi gelmez.
İspanyol asıllı ABD’li sosyoloji profesörü Manuel Castells’e
göre ağ toplumu bilgi iletişim teknolojilerini (cep telefonu, internet, sosyal
medya vb) etkin bir şekilde kullanır. Ağ oluşturma anlayışı bir kez
benimsenirse bu “ağlaşma”nın yayılması üretim, deneyim, iktidar ve kültürel
süreçlerin işleyişlerini ve sonuçlarını etkilemeye başlar. Ağ toplumunu özgün
kılan bireyin ağ üzerinden enformasyon alması ya da göndermesi değil,
enformasyon ve bilgiyi yeniden üretmesidir. Ağ toplumunda birey bilgi üretir;
sadece bilgi tüketmez.
Y kuşağı gençleri aynı anda birden çok iş yapabilir. Şu an
da siz onları Gezi Parkı’nda şarkı söylüyor, eğleniyor ya da pinekliyor
sanabilirsiniz. Oysa onlar şu an orada üretiyorlar da. Bu üretim süreçlerinin
sonuçları çok boyutludur. O sonuçların bir kısmı daha bugünden görülmekte
(örneğin Gezi Parkı’ndaki gündelik yaşamın organizasyonu). Bir kısmı ise
gelecek aylarda, yıllarda ortaya çıkacak. İş dünyasında, akademik hayatta,
sporda, edebiyat ve sanatta.
“Şimdi" Y kuşağı
Y kuşağı “şimdi” kuşağıdır. Herşeyi “şimdi vakti” geldiğinde
yapar. Yarını düşünerek yaşamak gerekliliği kafalarına kazınmış olan kuşaklar
için bu “şimdiki zamanda yaşamak” hali hafife alınacak bir olgu olarak gelebilir.
Peki Y kuşağı nasıl oluyor da herhangi bir başarının altına
imza atabiliyor? Bunun birkaç alternatif açıklaması var. Bazı durumlarda o
“şimdiki zaman hali” bir Y kuşağı dijital yerli için aralıksız günlerce,
aylarca sürebilir. Çoğu durumda ise şimdiki zamanda yaşama hali günün uykuya
ayırdıkları vakit hariç her anında geçerlidir. Yarını düşünenler günde beş
birim devinimde bulunurken şimdiki zamanda yaşayan Y kuşağı günde beş yüz birim
devinimde bulunabilir. O nedenle şimdiki zamanda yaşamak hali, gerekli zihinsel
ve dijital kültürel donanıma sahip olmayan dijital göçmenler için hafife
alınacak birşeyken dijital yerliler için bu muazzam bir gizilgüçtür. Y kuşağı
bir günde dünyalar kurar, dünyalar yıkar. Bu ağ toplumunun gücüdür.
Y kuşağının bu “şimdiki zamanda yaşama hali” her alanda
geçerlidir. Bugün Gezi Parkı’nda taleplerini ilan etmiş olan Y kuşağı aynı
sabırsızlıkla bunun yerine getirilmesini bekliyor. Eğer aynı hızda bu talepler
yerine getirilmez de yarın öbür güne bırakılırsa bu onlar için bir anlam ifade
etmeyecektir.
Politik olma anlaşıyı farklı
Dijital göçmenlerin Y kuşağını anlamada bu denli başarısız
olmasının özünde yatan temel unsur, o üç kritik dijital teknoloji ile
güçlendirilmiş ağ toplumu olgusuna uzak olmalarıdır. Y kuşağını yıllardır
apolitik olarak kategorize etmekteler. Oysa Y kuşağının politik olma anlayışı
dijital göçmenlerden farklıdır; hepsi bu. Aşırı uçta olanlara atfedilen
“öteki”ne saygı duymama olgusu, bu açıdan Y kuşağı için de uygulanmakta. Son
yıllarda gündeme gelen “yeni normal” olgusu aslında bu dönüşünüm global anlamda
dertsiz tasasız gerçekleşmesine ön ayak olmak için geliştirilmiş bir motto
biraz da. İşte size yeni normal.
Ancak kuralları eski normalin başındakiler değil, bilfiil
yeni normali yaşayacak olanlar koyuyor. Eğer yeni normal olgusunda
samimiyseniz, bu kurallara saygı duymanız ve süreçlerinizi buna göre
dönüştürmeniz gerekir.
Herkes yüzünü politikacılara dönmüş, onların vereceği
tepkiyi bekleyedursun, tepki vermesi gerekenler sadece politikacılar değildir.
Örneğin üniversiteler. Internet çağımızın rönesansı olarak değerlendirilirken,
hangi üniversitemizin sosyoloji bölümü bu konuda bir ders açmış, bir araştırma
yapmış durumda? Hemen hiçbiri! O nedenle günü kurtarmak için politikacıların
tepkilerini beklemek yerine orta ve uzun vadeli olarak akademik çevrelerde
sosyolojik araştırmaların bir an önce başlatılması gerekir.
İfade özgürlüğü farklılığı
Biz daha Y kuşağı 1981 sonrası doğanlar mı 1991 sonrası
doğanlar mı sorusunu akademik olarak cevaplayamamışken, Z kuşağı dünyaya
gelmeye başladı bile. Bugün Türkiye’de 2011’den itibaren doğanlar Z kuşağını
oluşturmakta. Evet henüz en yaşlısı iki yaşında ama zaman hızla akıyor. Şu an
kucaklarına konan tabletler üzerinde istedikleri çizgi film oyununu açıp oynayabilmekte,
parmaklarıyla dokunmatik ekran üzerinden cihaza geçerli komutlar
verebilmekteler. Zaman hızla akıyor demek de aslında bir dijital göçmen
ifadesi. Daha doğru ifade, birim zamana sığdırılan eylem sayısının giderek
artması.
Y kuşağını anlamada toplum olarak idrak etmemiz gereken bir
olgu da ifade özgürlüğü kavramı ile ilgili. İfade özgürlüğü, herkesin
düşüncesini dilediği gibi dillendirebilmesi ile sınırlı değildir. Bunu yaparken
öteki herkesin düşünce ve kişilik haklarını incitmemeyi de içerir.
İfade özgürlüğü olgusunu insanlar ne yazık ki
televizyonlardaki açık oturum programlarına bakarak öğreniyor. Orada da
dinlemekten çok konuşmak, kendi fikrini özgürce ilan etmekten çok,
karşısındakinin ilan ettiği fikirleri yanlışlamaya çalışmak var. Bu ifade özgürlüğü
değildir; daha ziyade nefret söyleminin en yumuşak halidir. “Bu konuda yanlış
düşünüyorsun” demek, ifade özgürlüğünden çok nefret söylemi kapsamına girer.
“Bu konudaki görüşünüze katılmıyorum; ben şöyle düşünüyorum” demek ifade
özgürlüğünün bir tezahürüdür.
Basit gibi görünen bu nüans, aslında derindeki çok daha
temel bir anlayışın dışavurumudur.
#DirenGezi
Kolay günlerde bu anlayış farkı yukarıdaki gibi yumuşak
örneklerle gündeme gelse de zor günlerde “öteki”leri çapulcu olarak
adlandırmaya kadar gider. Sosyal medyadaki herhangi bir mesajı bu gözle
değerlendirerek onun yazarının Y kuşağından olup olmadığını kolayca
anlayabilirsiniz. Çünkü Y kuşağı ifade özgürlüğü olgusunu bu şekilde idrak
etmiş bireylerden oluşmaktadır. Gezi Parkı eylemleriyle ortaya çıkan mizah
anlayışı büyük bir şaşkınlıkla izlenirken, aslında görülen şey Y kuşağının
diğer kuşaklara ifade özgürlüğü konusunda verdiği bir derstir.
Gezi Parkı eylemleri Y kuşağının ruhuna yakışır bir şekilde
gelişti. Sonuçlanması da büyük bir olasılıkla yine aynı ruha yakışır şekilde
olacak. Ve dijital göçmenler bundan da bir şey anlamayacak. Her ne olursa olsun
bu eylemler toplumun çok ciddi anlamda göstereceği dönüşümün de başlangıcını
oluşturacak. Sadece Türkiye için değil; ağ toplumu olgusunu idrak etmekte olan
tüm toplumlar için.
Tıpkı 68 olaylarında olduğu gibi.
#DirenGezi arzu ettiğin şekilde, arzu ettiğin kadar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder